İzmir'de Ticaret Hayatı
İzmir'de gelişim ve dönüşüm, hiç kuşkusuz demiryollarının yapımı ile farklı bir sürece girmiştir. Demiryolunu izleyen liman ve rıhtımın inşaatlarıyla da, hız kazanmıştır. İzmir-Aydın ve İzmir-Kasaba (Turgutlu) arasında açılan demiryolu bağlantıları, Türkiye'nin ilk demiryolu hatlarıydı. Bu demiryolu hatları, İngiliz ve Fransızlar tarafından, Batı Anadolu'nun tarım ürünlerini hızlı bir şekilde nakletmek, son derece zengin olan iç bölgeyi limana bağlamak için kurulmuşlardır. İzmir'deki bütün tüccarlar, Batı Anadolu'nun İzmir'e demiryoluyla bağlanması durumunda ticaretin ve dolayısıyla kârlarının çok artacağının bilincindeydiler.
1860'lı yıllara kadar İzmir'de var olan liman ve rıhtım genişleyen ticareti kaldıracak kapasiteye
Birinci Kordon'a döşenen tramvay hatları ile gündüzleri yolcular taşınıyordu. Geceleri ise, tramvay hattında çalışan tren katarları, Alsancak Garı'na gelen malları Birinci Kordon'dan geçirerek İzmir Limanına aktarıyordu.
İngilizler, Alsancak'ta Gar'ın yapımından sonra, burada geniş araziler almaya başlamışlar, lojmanlar, depolar, tamir ve bakım atölyeleri ile pek çok müştemilat binası ile itfaiye teşkilatını yerleştirmişlerdi. Öte yandan, St. Jean kilisesi ve İngiliz hastanesini de bu yöreye inşa etmişlerdi. Ayrıca demiryolunun burada olması nedeniyle XIX. Yüzyılın sonlarında başlayan sanayileşme de, bu bölgede yoğunlaşmaya başlamıştı.
Özellikle Alsancak'tan Bornova'ya gidiş yolu olan Darağacı Bölgesi [Bu gün Alsancak Stadının ön Caddesi], Rum amelelerin yerleşim bölgesi olmuş aynı zamanda, kentin sanayi mıntıkası haline gelmişti. Bu bölgede tamamı yabancılara ait buharlı değirmenler, sigara ve okul kağıdı fabrikası, bıçkı atölyeleri, Havagazı Fabrikası (1860), Buz Fabrikaları, Prina Fabrikası, Pamukyağı ve Makarna Fabrikası kurulmuştu.
Ayrıca İngilizler dokuma sanayiinde ön saflardadır. Şark Sanayii ile İzmir Pamuklu Mensucat bunların en meşhurlarıdır.
Tarım ürünlerinin ticaretinin artması, gelen sermayeye paralel olarak sanayiinin gelişmeye başlaması, ucuz iş gücüne ihtiyaç duyulmasına yol açmıştır. Ancak İzmir ve Batı Anadolu'da yeterli işçi bulunmamakta, bu ihtiyacın karşılanması için; kıraç, verimsiz Ege adalarında yaşayan Rumlar, Anadolu'ya getirilmeye başlanmıştı. Getirilen Rum nüfusun bir kısmı tarım alanlarında istihdam edilirken, önemli bir kısmı da işçi olarak İzmir'deki tesislerde çalıştırılıyorlardı. Rum işçilerin İzmir'e gelmesiyle, kentin yerleşim mekanlarında değişimler yaşanmaya başlanmıştı. Günümüzdeki gecekondulaşmaya benzer biçimde Darağacı, Halkapınar, Tepecik, Kızılçullu (Şirinyer) ve Buca'da işçi mahallelerinin kurulduğuna tanık oluyoruz. Bunlar her kurdukları mahalleye kiliselerini yapıyorlar ve mahalle kilisenin adıyla anılmaya başlanıyordu.
Rıhtım Şirketinin denizi doldurarak oluşturduğu bölgede ve Kordon'da, yabancılar kendi yaşam alışkanlıklarını sürdürecek mekanlar yaratmışlardı. Özellikle yüksek gelir gruplarına yönelik pek çok kulüp ve dernek binası bu civardaydı.
Artık kentin insan kitlesinde büyük farklılaşmalar oluşmuştu. Bu kitle, Kordon'da konutlar da edinmeye başlamış, Pasaport yöresinden kuzeye doğru, konut alanları yoğunlaşmıştı. Sakız'dan gelen tüccarların oturdukları ev anlamına gelen Sakız tipi mimari, yani iki katlı ve cumbalı konut mimarisi de İzmir'de yaygınlaşıyordu.
Bunlardan başka Whitall, Giraud, Charnaud, Forbes, La Fontaine, Patterson gibi zengin tüccar aileler, Buca, Bornova ve çok az olmakla birlikte Karşıyaka'da geniş araziler alıp, görkemli malikaneler kurmuşlardı. İnşa ettirdikleri binaların projelerini yurtdışında çizdiriyorlar, malzemelerini [tuğla, kiremit mermerlere varıncaya kadar] yurtdışından getirtiyorlardı. Böylece İzmir'de çok farklı, elit bir tabaka ve yaşam biçimi ortaya çıkıyordu. İzmir'in banliyölerinde yaşamaya başlayan bu aileler, sadece İzmir'e gidiş gelişlerini temin etmek için, ek demiryolu hatları dahi açtırıyorlardı.
Ticaret Hayatı
İzmir'de ticaretin böylesine gelişmesi, bir takım ticari örgütlenmeleri de gündeme getirdi. Öncelikle 1850'li yıllardan itibaren, İngiliz ve Fransız tüccarlar İzmir'de birer tane Ticaret Odası kurdular. Ardından İtalyan ve Felemenkler de aynı girişimde bulundular. Diğer yandan İzmir'deki tüm tüccarları kapsayacak bir ticaret odasının kurulması 1880 yılında gündeme geldi ve 1885 yılında, odanın resmen kuruluşu tamamlanabildi.
Bir başka ticari örgütlenme ise, Ticaret Borsası kurma çabalarıdır. Bu çabalar XIX. yüzyılın başından itibaren sergilenmişse de, bunları borsa olarak nitelendirmemiz pek mümkün değildir. Modern ve kapsamı itibarıyla gerçek borsanın kuruluşu yolunda ilk adımlar 1891 yılında atılmaya başlanmış, sonunda hükümet 1892 yılında borsanın açılışına izin vermiştir.
Ticaret kenti olan İzmir'de, ticaret mekanları Kemeraltı ve Frenk Sokağı olmak üzere ikiye ayrılmış durumdaydı. Kemeraltı bölgesi, geleneksel ticari ilişkilerin yaşandığı, daha çok yerli unsurlara hizmet eden, eski iç liman boyunca gelişmiş olan bir ticaret alanıydı. Frenk Sokağı ise, bugünkü yapılanmaya göre Kemeraltı'nın doğusundan başlayıp, Pasaport, Cumhuriyet Meydanı ve Alsancak'a kadar uzanan, buradaki Levantenlerin ve yabancıların alış veriş yaptığı, bir az daha üst gelir grubuna hitap eden ticaret merkeziydi. Kemeraltı'nda yerli ürünlerin ticareti yapılırken, burada daha çok Avrupa mallarının satıldığı görülmektedir. Avrupa'nın büyük mağazalarının şubelerinin bulunduğu, Avrupa modasının yansıdığı bir ticaret yapılmaktaydı.